AYTAÇ HÜNAL  
 
  Deniz Gökce den Yazilar 15.03.2025 07:21 (UTC)
   
 

          Enflasyon hesabını artık öğrensek!

Dün kredi kartı faizi konusunda Sinan Aygün popülizmi kurbanı olan genel toplumsal bakış açımıza ters bir pozisyon aldım. Bugün de açıklanan enflasyon konusunda Sinan Aygün popülizmi kurbanı olan toplumsal görüşlerimizin neden saçma olduğunu vurgulayacağım.

Ama bu konulara temelden, konunun esasına bakış gerek. Nedir esas konu?

Türkiye şu anda dünyada figüran konumunda! Her ne kadar Osmanlı’nın torunuyuz diye şişinmekte ve ulusalcı yaygara koparmakta isek de, Osmanlı 200 yıllık sürede sanayi devrimini ıskaladı, bu nedenle de yenildi ve yıkıldı. Bir kere bu gerçeği kabul edelim. Yerine kurulan Cumhuriyet ise son elli yılda çok kötü yönetildi. Üstelik teknoloji üreten bir toplum değiliz. Üstelik, 1976-78 arasında Ecevit, Demirel ve Erbakan, Avrupa’ya kurucu üye olmayı da ellerinin tersi ile ittiler, ülkeyi içine kapattılar ve biz çağdaşlık trenini bir kere daha kaçırdık.

Şimdi bugün Türkiye’nin önündeki alternatif, ya dünyada sıradan, figüran bir ülke olmaktır. Ya da içinde ve üstünde bulunduğu coğrafyanın nimetlerinden faydalanarak dünyada sözü geçen bir ülke olmaktır. Dünyada sözü geçen ülkelerin vatandaşları ise aciz ve gariban olmazlar. Hesabını bilemeyen, sorumluluk almayan kimseler olamazlar.

Bugün toplum olarak karar vermek zorundayız. Türk vatandaşları çoklukla hesabını bilemeyen bir ahmaklar ordusu mudur, yoksa genelde sağduyulu, bilinçli insanlar mıdır? Eğer ahmaklar ordusu isek, yani kredi kartının cezai faiz kavramını anlayamayacak bir toplumsak veya enflasyon hesabını anlayamayacak bir insanlar topluluğu isek, o zaman dünyada figüran olmayı peşinen kabullenmemiz gerekir, uçmayı bırakalım!

Yok eğer ahmaklar ordusu değilsek ve bilinçli insanlarsak, o zaman Sinan Aygün tipi “tatavalara” sarılmamamız gerek.

Her enflasyon ilan edildiğinde “vatandaşın enflasyonu” diye bir saçmayı ilan etmememiz, Merkez Bankası’na da küfür etmememiz gerekir. Neden?

Birincisi, enflasyon oranı tüm Türkiye için bir ortalama orandır. Bakın, farzedin ki Türkiye’de iki kişi yaşıyor. Siz ve ben! Ben 60 yaşında isem ve siz de 30 yaşında iseniz, ortalama yaş 45’tir. Ama bu örnekte ülkede 45 yaşında vatandaş yok. 45 yaş gerçek değil! Ama ortalama böyle bir şey.

İkincisi, enflasyonu anlamak için fiyat düzeyi ile fiyat düzeyindeki artışın farkının anlaşılması gerek. Bir şey aşırı pahalı olabiir. 1000 YTL geliri olan bir kişi için 500 YTL kira ödemek felakettir. Kira çok yüksektir. Bu geçim sıkıntısı demektir. Ama kira geçen yıldan bu yıla 500 YTL’den 525 YTL düzeyine çıkmışsa,yüzde beş arttığından bu örnekte kira enflasyonu düşüktür. Bu örnekte geçim zor, kira pahalı, ama kira enflasyonu düşüktür. İkisini karıştırmamak gerek!

Kaldı ki birçok malda büyük kentler ile küçük kasabalar veya bir kentin içinde bile zengin mahallesi ile normal vatandaş semti arasında büyük fiyat farkları (geçim) ve fiyat artış farkları (enflasyon) vardır. Bugün İstanbul’da bir lokantada balık yemeye oturun: Balık Boğaz’da kişi başı 50 YTL’den başlar, 150 YTL fiyat bile vardır. Ama bir normal vatandaş lokantasında 5 YTL fiyatla balık yenebilir. Bu örnek, fiyat düzeyi farkını vurguluyor, zaman içindeki fiyat artışları da benzer şekilde farklı gerçekleşir. Normal vatandaş lokantasında 5 YTL zam yüzde yüz fiyat artışı demektir, sosyete lokantasında 5 YTL artış tartışılmaz bile. Ama her ikisi de bir arada hesaba alınmak, ortalama artış konuşulmak zorundadır.

Dikkat edilmesi gereken üçüncü şey, bir malın veya mal grubunun (hizmet de olabilir) endeksteki payıdır. Sivri biber bir yılda yüzde yüz fiyat artışı yaşamış olabilir. Bu enflasyon yüzde 100 oldu demek değildir. Çünkü sivri biberin insanların bütçesinde ve enflasyon endekslerinde payı binde bir bile değildir. Farzedelim ki, sivri biber bir yılda yüzde 100 artsın ve endekste payı binde bir olsun. Enflasyona katkısı 0.001 olur. Ama medyamız yüzde yüz zam oldu diye bağırır. Ortada olan ise genel tabloda çok farklı bir şey. Bu nedenle çıplak yüzde artışlar değil enflasyona katkı dediğimiz, endeksteki ağırlık çarpı yüzde artış hızı hesaplanmalıdır.

Dördüncü şey ise, mevsimlik dalgalanmaların önemidir. Örneğin giyim ve ayakkabı yılda iki defa, ilkbaharda kışlık giyimden yazlık giyime geçerken ve sonbaharda okullar açılırken fiyat artışı yapar. Yılın diğer dönemlerinde ise artış yapamaz. Bu nedenle bu iki sektörün bu dönemlerde fiyat artışına katkısı büyüktür, ama genelde yıllık katkı hesabı ile giyim ve ayakkabının enflasyona katkısı çok küçüktür. Çünkü çok alternatifi olan rekabetçi bir piyasa ürünüdür.

En son vurgulanması gereken bir şey, Merkez Bankası’nın durumudur. Ülkemizdeki enflasyonun üçte ikisi dışarıdan ithal veya kontrol dışı faktörlere bağlıdır. Gıda fiyatı (dış trendlere ve iklim şartlarına bağlı), enerji (uluslararası faktörlere ve kur hareketlerine bağlı) ve kira (uzun vadeli kontrattır), para politikası ile etkilenmesi zor şeylerdir. Bu nedenle de Merkez Bankası enflasyonun sadece üçte bir kadarını etkileyebilir, gerisi kontrolu dışındadır. Eleştirinin insaflı yapılması gerek!
 
 
  Aytac Hunal 151820071074
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
  Ntv Haber
NTV - Ekonomi Haberleri
  Piyasalar
  Tarihte Bugun
  Gazeteler
Bugün 10 ziyaretçi (11 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol