|
|
|
|
|
 |
|
 |
Neden ilerleyemiyor?
Türkiye neden arzu ettiği kadar ileri gidemiyor? Bu soru birçok kimsenin aklında var. Ama cevaplar dürüst verilmiyor. Bazı gerçekleri görmek istemiyoruz.
Osmanlı’nın mirasçısıyız. Osmanlı sanayi devrimini ıskalamış. 200 yıl geriye düşmüş. Osmanlı bize sanayisiz bir miras bırakmış. Yeni Cumhuriyet ise sanayileşme adımları atmaya çalışmış ama kuruluştaki insan kaynağı ve sınırlı maddi şartlar, sanayileşmiş ülkeleri yakalamaya olanak sağlamamış, izin vermemiş. Kuruluştaki sorunları aşmak için devletçiliğe yönelmişiz. Bu o günün şartları içinde zorunlu idi. Ancak devletçilik dalgası ile ve kurucuların çoğunluk asker olması ve çevremizin düşman dolu olması, bizi zor bir siyasi sosyal yapıya ve paranoid, komplolara inanan bir insan yapısına sürüklemiş.
Bu süreçte, geleneğimizde de piyasa, arz ve talep, ekonomi gibi kavramların olmaması, bizim hep piyasayı kenara itip, ekonomik kavramları reddedip, devletçi-otoriter ve aşırı milliyetçi-kapanmacı yaklaşımlara abone olmamıza yol açmış. Böylece, bu yapıya, uluslararası çevreden de ithal edilen anti piyasa ideolojik eğilimlerin de eklenmesi ile, 1950 sonrasında tüm dünya dışa açılırken biz içine kapalı bir ekonomi yaratmışız. Bu bir kere daha dünya trendlerini ıskalamamız, yani dünya çapında gündeme gelen ihracat hamlesi, uluslararası rekabet gibi şeyleri yakalayamamamız ile sonuçlanmış. Yani, dışa kapalı olmak ve piyasaya sırt dönmekle, sanayi devriminden sonra bir kere daha, ikinci sefer, dünya trendlerini ıskalamışız. Devlet ile piyasayı kavga ettirince de, örneğin bizim kurulmasına yardım ettiğimiz G. Kore gelirde bizi dört kere katlamış. Bu arada AB’ye baştan üye olmamız teklifini de tüm liderlerimiz reddetmiş!
Uyanmamız, ancak 1980 sonrasında olmuş. Ama bu arada şikayet etmeyi çözüm sanan, sürekli beleş ve avanta talep eden, ortalama 46 yaşında emekli olan, eğitimi, beceri kazanmak için kendine yatırımı seçmeyen, kısa vadeci, tasarruf yapmayan, devlete yaslanıp günü idare eden, çalışmayı da pek sevmeyen geniş bir kesime sahip olmuşuz. Ülkemizde insanlar, kendilerini rüzgarda sallanan, kaderin esiri, birileri tarafından sürekli sömürülen, gariban, kurban varlıklar olarak görmeye başlamışlar. Böylece bugünkü tablo ortaya çıkmış.
Ancak uluslararası araştırmalar gösteriyor ki, ülkelerde kişi başına gelirin artması yüzde seksen verimlilik artıran, yani prodüktivite artışı sağlayan teknolojik gelişme ile gerçekleşiyor. Geri kalan ise girdilerin artışı, yani daha çok insan ve daha çok makine yığmak ile. Biz işin yüzde sekseni olan teknoloji tarafında yokuz. İnsan ve makine yığıyoruz ama hep teknolojiyi, bilimi dışarıdan alarak. Kimse kendisine sormuyor, örneğin, otuz yılı aşkın bir süredir tekstil konusunda büyük bir faaliyetimiz olmasına rağmen tekstil makinelerini her yıl beş milyar dolar harcayarak neden sürekli ithal ettik de, kendimiz yapmaya ve hatta geliştirmeye yönelmedik?
Peki bugün ne yapacağız? Birincisi insanı rüzgarda sallanan yaprak diye düşünmekten vazgeçeceğiz. İkincisi başkalarını suçlamaktan vazgeçip kendi sorumluluğumuzu kabul edeceğiz. İnsanların başına gelen her türlü bela, kendi attıkları adımların veya atmadıkları adımların sonucudur. Üretilen tüm çözümler de insanların kendi girişimleri ile gerçekleşir. Bu nedenle “rüzgarda sallanan gariban, kaderci, mazlum” insan olduğumuza inanmaktan, bir şeyleri değiştirebilecek insan olduğumuzu düşünen bir konuma geçmemiz gerek. Ama daha da önemlisi, siyaseti ön plana çıkartmayı bırakıp, üretimi ve ekonomiyi, çalışmayı ön plana çıkartacağız. Devlete yaslanmayı bırakacak, çözümü kendimiz üreteceğimize inanacağız.
Kısa vadede iki adet temel sorunumuz var, hemen kapının ağzında.
Birincisi, sosyal güvenlik ve yarattığı milyarlarca dolarlık açıklar. Yılda 35 milyar dolara dayandı bu! Sosyal güvenlik ve sağlık reformunu bir kere daha engellersek batarız.
İkincisi, enerji nedeni ile her yıl dışarıya transfer ettiğimiz 45 milyar dolara varmış enerji faturası. Enerji artık cari açığın tümüne eşit bir fatura. Bir yandan enerji tasarruf etmemiz gerek, diğer taraftan de enerji projelerini başlatmamız gerek. Bunları da sabote edersek, gene batarız! Bizden uyarması!
Bu konularda atılım yaptıktan sonra işin sosyal boyutuna dikkatle bakmamız ve değişik yaklaşımlar gündeme getirmemiz gerekiyor. Eğitimden işe başlayabiliriz! İşsiz diplomalı değil, üretime dönük beceri üreten bir eğitim sistemi yaratmalıyız! Önce de askerlik ile eğitimin bağını koparmalıyız! |
|
 |
|
 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|